Bu millet her fırsatta ecdadımızın ihtişamından ve dünyaya nizam verecek bir kudrete sahip olmasından övgüyle bahsetmeye bayılır. Ancak atalarımızın bu satvet ve gücü nereden aldığı hakkında bazı kulaktan dolma, yarım yamalak rivayetler haricinde bilgi sahibi değilizdir. Bazılarımız hiç tarih okumadan, Türk tarihini baştan sona kahramanlık hikayelerinden ibaret zannederken, başka bir kesim de, ecdadımız anıldığında hemen hakarete başlayacak kadar utanmazdır. Birileri için kahraman olanlar, başka birileri için vatan haini kabul edilir. Ecdadımızın bu satvet ve ihtişama nasıl ulaştığı konusunda kimse kafa yormaz. Konuyu dilim döndüğünce açmaya çalışayım.
Bir kere bizim tarihimizin en muhteşem sayfaları, yüce İslam diniyle şereflenmemizden itibaren yazılmaya başlamıştır. Ecdadımızın, İslamın adalet ve hakkaniyet ölçülerini, devlet nizamı haline getirip, dinimizin hükümlerini devletin her kademesinde hakim hale getirmiş olması, o zamana kadar kabileler, obalar ve beylikler halinde yaşayan çeşitli boylara mensup milletimizin bir araya gelmesi Müslümanlığı kabul etmesinin sonucudur.
Tanzimat’la birlikte başlayıp, meşrûtiyet ve ıslahat adı altında yapılan reformlar ile devam eden batılılaşma hareketleri esasen, bizi dinimizden uzaklaştırıp batının kültür emperyalizmine doğrudan maruz bırakmıştır. Hristiyan dünyası, savaş meydanında mağlup edemediği milletimizi, en iyi bildikleri yol olan hile ve entrikalarla kimliksiz ve kişiliksiz bir toplum oluşturarak yok etme derdindedir.
Toplumumuza, ailemize hatta kendimize dahi hakim olamadığımız bir buhran dönemi yaşamaktayız. Paraya sahip olmayı ve sınırsız servet edinmeyi birinci önceliğimiz olarak görmemiz sebebiyle ne yazık ki dini ve ahlaki değerlerimizi artık umursamaz olduk. Beş vakit namaz kılmakla övünen müslüman, kazandığı paranın helal olup olmadığını, başkalarının hakkına girip, hesabını veremeyeceği bir yükün altına girmiş olabileceğini dert edinmez hale geldi. Diğer milletlerde olmayan, sadece bize has özelliklerimizin tümünü yavaş, yavaş kaybediyoruz. Para kazanmaya adanmış düşüncelerimiz bizi biz olmaktan adım, adım uzaklaştırıyor.
Müslüman olmanın şartını kelime-i şehadet getirip namaz ve oruçtan ibaret zanneden zamane müslümanı, Kuran-ı Kerim de, namaz ve oruç gibi 54 tane daha farz olduğunu ve bu farzların her birinden tek, tek sorumlu olduğunu unutmuş görünüyor. Mesela bu farzlara birkaç misal verecek olursak, Helalinden yiyip içmek, Kişinin rızkına Allah Teala’nın kefil olduğuna inanmak, Kanaat etmek, Ana babaya İhsan ve iyilikte bulunmak, tevbe etmek, İslam düşmanlarını düşman bilmek, Emanete ihanet etmemek, zinadan ve içkiden uzak durmak gibi bizzat emredilen farzları basit işler olarak görmeye başladık.
Faizin gayet normal kabul edildiği, fuhuş ve içkinin hatta uyuşturucu kullanmanın dahi çok ayıplanmadığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Kızlarımız, bizim çocuklarımız yarı çıplak halde sokaklarda arzı endam ederken, bundan rahatsızlık duymuyorsak, olanlar bize normalmiş gibi geliyorsa amelimizi de, imanımızı da sorgulamamız gerekmez mi? Kuranı Kerim de ki emirlerden birinin de Allah ve Resul’üne itaat etmek olduğunu bildiğimize göre, hesap gününde alemlerin rabbinin huzuruna hangi yüzle çıkıp, peygamberimiz(s.a.v.)in şefaat etmesini nasıl isteyeceğiz. Allah için sevip yine Allah için buğzetmenin farz olduğunu bildiğimiz halde, Allah’ın düşmanlarıyla sadece dünyalık kaygılarımız sebebiyle dost olmaya çalışmamızın hesabını nasıl vereceğiz.
Sahi biz, bu ikiyüzlülüğümüzle münafıklıktan nasıl kurtulup iman dairesine girmeyi başaracağız. Etliye, sütlüye dokunmadan, helali, haramı bilmeden sadece vur patlasın, çal oynasın hesabıyla hareket edip, cennet hayal etmek ne kadar hakkımızdır acaba. En son ne zaman sadece Allah rızası için birinin karşısına çıkıp, günahından dolayı birini ikaz ettik. Biz nasıl müslümanız ki, yahudi ve hristiyanlardan, hatta herhangi bir dine inanmayan toplumlardan dahi, ahlak ve hamiyet hususunda geriye düştük.
Tarihin hangi devrine bakarsanız bakın, Allah’ın emirlerine uygun yaşadığımız devirlerde, dünyanın efendisi olmayı başardığımızı, fakat dinden uzaklaştıkça başkalarının kölesi olmaktan başka bir işe yaramadığımızı çok net görebilirsiniz. Yani inancımıza ve milli hassasiyetlerimize döndüğümüz ölçüde, dünya milletleri arasında söz sahibi olabiliriz. Bizi biz yapan özelliklerimizden uzaklaştıkça da, zillet içinde yaşamak zorunda kalacağımızı bilmek zorundayız. Kaldı ki, biz Batı toplumlarının bütün değerlerini alsak, hatta dini ve milli bütün özelliklerimizi terketsek dahi, onlardan biri olmamızı asla kabul etmeyeceklerdir.
Sözün özü, dünyada müslüman toplumların dışında ki bütün inanç sistemleri, İslam ve müslümanlar ile savaş halindedir. Allah’ın vadettiği yardımın günümüz müslümanlarına ulaşmıyor olmasının sebebi, İslamı hakkıyla yaşamaya gayret etmeyişimizdir. Elhamdulillah müslümanız deyip, nefsimizin istediği gibi yaşayarak gerçek müslüman olunmuyor. Eğer İzzet ve şerefle yaşayıp, müslüman olarak ölmek ve hesap gününde sıkıntı çekmemek istiyorsak, hayatımızın her alanında Allah’ın emirlerine uymak zorundayız.
Selam ve dua ile.
Hangi Müslümanlardanız
Yayınlanma :
29.07.2024 10:26
Güncelleme
: 29.07.2024 10:26
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: