Hıdırellez'de dilekler dileriz, ateşlerin üstünden atlarız, eğlenceli etkinliklerle mutluluk ve sevgi temasının hakim olduğu bir çoşku yaşarız, ya da bu yıl için yaşardık diyelim. Malum pandemi sürecinde kapanma döneminde olmamız nedeniyle bu çoşku yaşanamadı ama yine her yıl olduğu gibi dilekler yazıldı, çizildi, gül dallarına asıldı, ertesi günde denize yakın olanlar denize, diğerleri dileklerini toprağa gömdü
Hikayeler muhtelif, buyrun bilenlerden aktarılanlara uzanalım; “Binlerce yıl önce Samandağ’ın Hıdır Bey köyünde “Hayat Suyu” vardır. Bu suyu nöbetçi olarak bir ejderha bekler. Bu ejderhaya her yıl bir kız kurban edilirse, ejderha tarafından halka bir yudum su verilir. O yıl da kurban edilme sırası kralın kızına gelir. Kızın elleri bağlanır ve kız ejderhanın önüne atılır. Ejderha tam kralın kızını yiyecekken bir çoban elindeki mızrağı ejderhanın kalbine saplar. Acıdan kıvranan ejderha, çobana bir kez daha kendisini vurup öldürmesi için yalvarır fakat çoban bu isteği geri çevirir. Ejderha da yerleri korkunç pençeleriyle yarar ve oradan kaçar. Gide gide Lübnan’daki sert kayalara çarpar ve çarptığı yerden bir su fışkırır. Ortaya çıkan suyun miktarı o kadar çoktur ki, o su hemen bir ırmak olur ve ırmak ejderhanın açtığı yoldan Antakya’ya ulaşır. Günümüzde Asi Irmağı’nın bu efsaneden anlatılan ırmak olduğu söylenir. Kral kızını kurtaran çoban, aslında Hızır’dır. Halk, ona Hıdır Bey adını yakıştırır. Kral ise kızını çobanla evlendirir. Çobanın yere sapladığı mızrağı da kocaman bir çınar olur.”
İkinci efsanemizde de; “Hızır ve İlyas, o zamanların hükümdarının ordusundaki iki askerdir. Hükümdar bir gün ordusuyla birlikte ölümsüzlük suyunu (Ab-u Hayat) aramak için yola çıkar. Yolculukta, Hızır ve İlyas diğer askerlerden ayrılırlar. Bir subaşında durup, yemek için kurutulmuş balık çıkarırlar. Tam bu esnada deniz suyu balığa sıçrar, balık canlanır ve tekrardan suya atlar. Böylece Hızır ve İlyas ölümsüzlük suyunu bulmuş olurlar. Bu sırada bir melek gelir. Hızır ve İlyas’ın kıyamete kadar yaşayacaklarını, ancak Hızır’ın karada, İlyas’ın denizde ihtiyacı olanlara yardım edeceklerini bildirir.”
Arapça kaynaklarda hadır (hadr, hıdr) şeklinde yer alan kelime Türkçe’de Hızır ve Hıdır biçiminde kullanılmaktadır. Hadır “yeşil, yeşilliği çok olan yer” anlamındaki ahdar ile eş anlamlıdır, hadır kelimesinin özel isimden ziyade lakap ve sıfat olarak kabul edildiği söylenebilir. Nitekim bazı kaynaklarda Hızır’a bu ismin, kuru yerde oturduğunda altından otların yeşerip dalgalanması (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 29), cennet pınarından içtiği için bastığı her yerin yeşile bürünmesi (Makdisî, III, 78) sebebiyle verildiği kaydedilmektedir. Bazı şarkiyatçılar tarafından Hızır kültünün arkasında bir takım ilkel dinlerde rastlanan bitki tanrısının bulunduğu iddia edilmişse de (Hasluck, I, 324) aslında İslâm’daki Hızır telakkisinin bu inançla hiçbir ilgisi yoktur. Şarkiyatçıların bir kısmına göre Hızır kelimesi Arapça asıllı olmayıp Gılgamış destanında yer alan Gılgamış’ın atası Hasistra veya Hasisatra’nın Arapçalaşmış şeklidir (Ocak, s. 61). Friedlaender’e göre ise Hızır ismi İskender efsanesine benzeyen Glaukos (yeşil) masalı ile alâkalı olup bu efsane Arapça’ya uyarlanırken “hadır” şeklinde tercüme edilmiştir (ERE, VII, 694).
Bazı İslâmî kaynaklarda Hızır’ın asıl adı ve soyu hakkında bilgi verildiği görülmektedir. Kaynakların doğruluğu şüphe götürse de “Hızır, Hz. Âdem’in çocuklarından Kābil’in oğlu Hazrûn veya Hz. Nûh’un oğlu Sâm’ın torunlarından Belyâ b. Melkân yahut Hz. İshak’ın torunlarından Hazrûn b. Amâyîl’dir. Bunun yanında onun Hz. Hârûn’un soyundan geldiği, isminin Hadır b. Âmiya veya Hadır b. Fir‘avn olduğu yahut Kur’an’da adı geçen İlyâs veya Elyesa‘ın Hızır’ın kendisi olduğu öne sürülür (Ebû Hâtim es-Sicistânî, s. 3; Makdisî, III, 77; İbn Kesîr, I, 295; Diyarbekrî, I, 106). Bazı kaynaklarda ise annesinin Rum, babasının Fars olduğu kaydedilir (İbn Kesîr, I, 299; Diyarbekrî, I, 106-107). İbn Kesîr, İslâmî kaynaklarda Hızır’ın gerçek adı olarak gösterilen Belyâ b. Melkân’ın aslında Kitâb-ı Mukaddes’teki İlya’dan bozma olduğunu belirtmiş (el-Bidâye, I, 299), bu görüşe dayanan A. J. Wensinck ve A. Yaşar Ocak gibi araştırmacılar, Hızır’ın asıl adının İlya’nın Arapçalaşmış şekli olan Belyâ olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Ancak başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere hadis, tefsir ve tarih kitaplarında yer alan Hızır ve İlyâs tasvirlerine göre İlya ile İlyâs aynı, Hızır ile İlyâs farklı kişilerdir; ayrıca bunların birlikte hareket ettiklerine dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Buna göre halk kültüründeki Hızır-İlyâs beraberliğini ifade eden Hıdrellez telakkisinin sağlam bir temele dayanmadığı düşünülebilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçmemekle birlikte müfessirler tarafından Hızır’a ait olduğu kabul edilen Kehf sûresindeki kıssa özetle şöyledir: Hz. Mûsâ genç adamına iki denizin birleştiği yere ulaşmaya karar verdiğini söyler, bunun üzerine beraberce yola çıkarlar. İki denizin birleştiği yere varınca yanlarına aldıkları kurutulmuş balığı bir kenarda unuturlar, balık da canlanarak denize atlar. Bir müddet sonra Mûsâ genç adamına azığı getirmesini söyler; fakat genç adam olup biteni hatırlayarak daha önce bunu Mûsâ’ya bildirmeyi unuttuğu için üzüntüsünü dile getirir. Bunun üzerine Mûsâ aradıkları yerin orası olduğunu söyler ve geriye dönerler. Burada kendisine Allah tarafından “rahmet ve ilim” verilmiş olan sâlih bir kul ile karşılaşırlar. Mûsâ, sahip olduğu ilimden kendisine de öğretmesi için onunla arkadaş olmak istediğini söyler; Kur’an’ın adını bildirmediği bu kişi, iç yüzüne vâkıf olamayacağı olaylar sebebiyle bu beraberliğe sabredemeyeceğini belirtirse de Mûsâ’nın ısrarı üzerine, meydana gelen olaylar hakkında açıklama yapmadıkça kendisine soru sormaması şartıyla teklifi kabul eder. Mûsâ’nın bu şarta uyacağına dair söz vermesi üzerine yolculuğa başlarlar. Bu zat önce bindikleri gemiyi deler, arkasından bir çocuğu öldürür, daha sonra da uğradıkları bir kasabanın halkı kendilerini misafir etmediği halde orada yıkılmak üzere olan bir duvarı düzeltir. Bu üç olayın her birinde Mûsâ arkadaşına davranışının sebebini sorar; arkadaşı da, “Ben sana benimle beraber olmaya sabredemezsin demedim mi?” diye uyarıda bulunur. Mûsâ özür dileyip yolculuğa devam etmelerini ister. Sâlih kul, birinci ve ikinci olaylardan sonra Mûsâ’nın ricasını kabul ederse de üçüncü olayda ayrılma vaktinin geldiğini söyler; bu arada söz konusu hadiselerle ilgili olarak davranışlarının sebeplerini de anlatır ve bunları Allah’ın emriyle yaptığını söyler (el-Kehf 18/60-82). Bu kıssadaki üç kişiden sadece Mûsâ’nın adı zikredilirken diğer iki kişiden biri “genç adam” (fetâ), diğeri de ilâhî rahmet ve ilme mazhar olmuş “Allah’ın kulu” diye anılır.
Hızır’ın velî olduğunu kabul edenler ise ona verilen bilginin doğrudan Allah’tan gelen bir ilham olabileceğini söylerler. İbn Teymiyye, Hızır kıssasını ileri sürerek velîlerin şeriatın dışına çıkabileceklerini söylemenin yanlış olduğunu kaydeder. Ona göre Hızır’ın Mûsâ’nın şeriatının dışına çıkmadığı, yaptığı işlerin gerekçesini söylediğinde Mûsâ tarafından onaylanmasından anlaşılmaktadır. Ayrıca Hızır’ın nebî kabul edilmesi durumunda Mûsâ’nın ümmetinden olmadığını, dolayısıyla onun şeriatına uymakla yükümlü bulunmadığını da söylemek gerekir (Risâle fî ʿilmi’l-bâṭın ve’ẓ-ẓâhir, s. 250). Hızır’ın melek olduğu iddiası (İbn Hacer, el-İṣâbe, I, 429) pek taraftar bulmamıştır. Genellikle tasavvuf erbabı onun velî olduğunu, kelâm, tefsir ve hadis âlimlerinin çoğu da nebî olduğunu düşünür.
Şarkiyatçılara göre kıssadaki Mûsâ kısmen Gılgamış’ı ve İskender’i, kısmen de Yeşua ben Levi’yi; Hızır ise Utnapiştim’i, Andreas’ı veya İlya’yı temsil etmektedir. Kur’an’daki kıssa ile aralarında bazı benzerlikler bulunan bu üç efsaneden Kur’an’da yer alan kıssaya en az benzeyen Gılgamış destanıdır. Utnapiştim’in şahsiyeti İslâmî kaynaklardaki Hızır’ı andırabilir, ancak ne âyetlerde ne de sahih hadislerde Hızır’ın ebedî hayata mazhar olduğuna dair en küçük bir ima bile yoktur; yani halk inançlarındaki Hızır’la Kur’an’daki kıssada anılan “sâlih kul” arasında bir münasebet mevcut değildir.
Aslında “Allah’ın eli yoktur” diye bildiğimiz inancı buna bağlamak en doğrusudur. Tüm canlılar ölümlüdür, ölümsüz olan yüce Allah dışında bizler kandilimiz kadar yanıp sönecek kullarız ama iyilik ve yardımı elden ele geçirecek Hızır ve İlyas’ı ölümsüzmüş gibi yaşatacak olan bizleriz. Her gün yaşamı bir ihtiyaç sahibi için kolaylaştırmak hiç de zor değil. Bir yaşlıyı karşıya geçirmek, bir sokak hayvanını beslemek, bir muhtacı giydirmek/doyurmak, kan bağışında bulunmak Hızır veya İlyas olmak için yetmez mi?
Sevgili okuyucularım gerek pandemi, gerek Ramazan niyetli bağışçıların hassasiyeti nedeniyle kan stoklarımızda ciddi azalmaya yol açtı. Kan bağışı haftasında 24 saat açık kan merkezlerimize iftar sonrası kan bağışında bulunmanızın hiçbir sakıncası yoktur. Allah katında kan bağışı can bağışıdır ve inanıyorum ki sevaplar içinde en üst sırada yer alacaktır. Sağlıklı günler diliyorum.
Kaynakçalar:
1) https://www.yenicaggazetesi.com.tr/mobi/hizir-ve-ilyasin-gercek-hikayesini-biliyor-musunuz--turkler-nevruz-hristiyanlar-paskalya-museviler-hamursuz-der-ama-450375h.htm2) https://islamansiklopedisi.org.tr/hizir
Yorumlar
Kalan Karakter: