12 (Den Vurdu Tam Da) EYLÜL
Yayınlanma :
11.09.2020 09:22
Güncelleme
: 11.09.2020 09:22
Değerli okurlarım…
1954 doğumluyum. Yani 66 yaşındayım. Bin yıldır yaşayıp geldiğimiz cennet vatanımız üzerinde özellikle Türkiye Cumhuriyeti Döneminde son altmış yıldır yaşanıp gelen çok önemli sosyal kırılmalarla ilgili vardığım sonucu paylaşmak istiyorum sizlerle:
Her bir kırılmanın aktörleri, elemanları, malzemesi, yöntemleri farklı, fakat varmak istediği sonuç aynı: Türkiye Cumhuriyeti devletimizi güçsüz bırakmak; ekonomisiyle, siyasetiyle, her türden sahip olduğu zenginliğiyle güçsüz bırakmak; yönetilebilir bir devlet konumuyla, emredilen, korkutulan ne denirse yaptırılan kukla bir devlet olmasını sağlamaktır.
Bu hedefin gerçeklemesine yönelik olarak ülkemizde yaşarken tanık olduğumuz başlıca kırılmaları hatırlatmak isterim öncelikle:
1923 ile 1938 Atatürk’ün liderliğinde yaşanan tam bağımsız bir Türkiye dönemi. 1941-1945 II. Dünya Savaşı yılları… 1946 ilk çok partili seçim. 1950 Türkiye Cumhuriyeti döneminde ilk kez hükümetin sandıktan çıkan bir hükümet eliyle yönetilmeye başlandığı dönem…
27 Mayıs 1960 İhtilâli… 12 Mart 1970 Muhtırası… 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi… 28 Şubat 1997 Postmodern Darbe… 15 Temmuz 2016 Feto Kalkışması…
1960’da başlayan ve 2020’ye aradan geçen 60 yılın, hemen her 10 yılında tekrarlanan 6 darbe ve askerî müdahalelerle karşı karşıya bırakılan bir Türkiye…
Ayrıntılara ve olayların hikâyesine girmeyeceğim değerli okurlarım: Söylemek istediğimin anlaşılması için yazının giriş bölümündeki öngörümü bir kere daha tekrarlıyorum:
“Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi ekonomisiyle, siyasetiyle, her türden sahip olduğu zenginliğiyle güçsüz bırakmak; yönetilebilir bir devlet konumuyla, emredilen, korkutulan ne denirse yaptırılan kukla bir devlet olmasını gerçekleştirmektir.”
Empeyalist devletlerin hedef aldıkları ülkelerle ilgili uyguladıkları planları gayet açık ve nettir: Ordu müdehaleleriyle iktidarları düşürmek, yapay hükümetlere istedikleri anlaşmaları imzalatmak, sözünden çıkmayacak yönetimleri iş başına getirmektir: Bu olmadığı taktirde bu sefer ülke içerisinde çatışacak karşıt görüşlü yapılanmaları oluşturmak, mümkün olduğunca ülke geneline yaymak ve ortamı kaosa dönüştürmek… Sonuçta yine kendi istedikleri tarzda bir hükümet değişikliği yaptırarak ikili anlaşmalarla o ülke üzerindeki egemenliklerini ve sömürü düzenlerini sürdürebilmektir: Örnek mi istersiniz: Afganisatan, Irak, Yemen, Suriye, Mısır, Libya ile kırk yıldır ülkemizde bitirilmemesi için her türden planların sergilendiği terör olayları .
Bunun gerçekleşebilmesi için ülke içerisindeki her türlü güç kullanılır, toplum mühendisliği yapılır. Amaç, ülke için özel değer ifade eden kurumsal yapılarda insan kıyımının gerçekleştirilmesiyle ülkenin beyin tabakasını oluturan insan gücünü devre dışı bırakmaktır.
1914-1918 arasında yaşanan 1. Dünya Savaşında Osmanlı Devletinin en önemli kaybı özellikle Çanakkale Cephesi başta olmak üzere: Mühendislerini, tıbbiyelilerini, öğretmenlerini, harp okullarında yetiştirmiş olduğu bilgili, kültürlü donanımlı subaylarını, çeşitli üniversitelerde okuyan Türk Ocaklı okumuşlarını, özellikle Çanakkale Cephesine gönüllü olarak savaşmaya giden liselilerini cephelerde bırakmış olmasıdır.
Türkiye Cımhuriyetinin kuruluş döneminde çekilen en büyük sıkıntının başında da “kaht-ı ricâl” diye meşhur olan devlet adamı kıtlığı vardır.
Bunun farkında olan ülkemiz bin bir emeklerle insan yetiştirmeye çalışırken, maalesef yetiştirilen insanımız özellikle de üniversiteli gençler her on yılda tekrar tekrar tam altı seferlik periyotlarla budanmıştır.
Yazımın başlığında 12(Den Vurdu Tam da) EYLÜL, başlığını atışım bundandır. Çünkü 1973-1977 arasında Ankara’da DTCF’de öğrenciydim. Ülkeyi 12 Eylül’e götüren süreci yaşayanlardandım… Peki bu süreçte neler oldu: Ordu komutanlarından Bedrettin Demirel’in “"Bir yıl önce planlamıştık. Ama şartların olgunlaşmasını bekledik." İtirafıyla bir yıl daha çok insanın özellikle de gençlerin ölmesidir beklenen.
15 Temmuz 2016’da yaşanan FETÖ Kalkışması ile de hemen her kurumdan kaybettiğimiz okumuş/yetişmiş insan kaybımız darbeyi planlayanların istediği bir sonuçtur.
Her darbede olduğu üzere milletimizin kıt imkânlarla bin bir zahmetlerle yetiştirdiği okumuşlarının budanmasıdır. Bu sefer de olan biten budur.
Bu darbenin dünya ölçeğinde planlayıcıları ve destekleyicileri darbe -Allah korusun- başarılı olsaydı Afganistan, Irak, Mısır,Ürdün, Arabistan, Libya vb ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de kukla bir yönetimi iş başına getirecekti. Bu olmayınca kamudan ihraç edilenlerle ülkemizin gençleri onların nezdinde budanmış ve ülkemiz onların beyinlerinden mahrum bırakılmış oldu. Bu sonuçla onlar yine kârlı çıkmış oldular.
Bu bağlamda, Türk Milleti olarak hepimize düşen görev ülkemiz üzerinde oynanan oyunların bitmeyeceğini ve her seferinde yeni ve farklı yöntemlerle sürüp gideceğini bilmektir; uyanık olmaktır. Unutmayalım ki düşman her seferinde farklı ve büyülü bir kimlikle çıkmaktadır karşımıza. Onun için iktidar muhalefet demeden, şucu bucu demeden, etnik meselelere girmeden birbirimizi karşılıksız sevmek ve kucaklaşmaktan başka çaremiz yoktur. Bunları yapamadığımız taktirde hepimiz kaybediyoruz, ülkemiz, devletimiz, milletimiz kaybediyor…
Daha iki gün önce güzel İzmir’imizde Mustafa Kemal öncülüğünde İstiklâl Harbimizin zaferle sonuçlandığının ilânı olan 9 Eylül’ün 98. Yılını kutladık… Dünyanın emperyalist güçlerinin destekledikleri ve üzerimize saldıkları Yunan’ı yine türlü hile, oyun ve vaatlerle üzerimize göndermeye çalıştıklarını unutmayalım…
Ne olur olandan bitenden ders çıkaralım da yalnızca Eylül değil, hiç bir ay bizi 12’Den vurmasın…
Sevgilerimle…
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Yorumlar
Kalan Karakter: