Bugün 22 Mart 2024 günlerden Cuma. Dün 21 Mart idi Kuzey Yarı Kürede…
Yazı başlığında “21 Martla Gelen Gelene!..” dedim ya!..
21 Martla gelen günler:
*Dünya Şiir Günü
*Türk Dünyası Nevrûz Bayramı
*Dünya Ormancılık Günü
* Ekinoks Gece-Gündüz eşitliği
* Hz. Ali’nin evlendiği gün
* 12 Hayvanlı Türk Takvimi/Celâli Takvimine göre Türklerde ve bzaı kavimlerde; Yılbaşı, yeni yılın ilk günü.
* Hz. Nuh peygamberin tufanın ardından gemiden çıktığı ilk gün.
* Hz. Yûnus’un balığın karnından kurtulduğu gün.
* Hz. İbrahim’in putları yıktığı gün
Ve bugün 22 Mart da Dünya Su Günü
Sanki, tarihin akışı içerisinde çeşitli kabileler, milletler ve inanç sahipleri aralarında anlaşmışlar da kendileri için önemli değere sahip olayların oluşum tarihi olarak 21 Mart tarihini kabul etmişler gibi geliyor bana…
21 Mart’la gerçekleştiğine inanılan onca güzelliği hatırlayınca seviniyorum, heyecanlanıyorum ve kalkıp oynamak istiyorum!.. İstiyorum da, bir den aklıma Gazze’deki Doğu Türkistan’daki mazlumların yaşadığı zulümler gözümün önüne geliyor da ellerim yanıma düşüveriyor…
Sonra yeniden 21 Mart’ta olana bitene bakınca Hz. Nuh ile Hz. Yunus’un feraha kavuştuğu gün olduğunu görüyorum ve 21 Mart’la birlikte Gazze’de, Doğu Türkistan’da ve dünyanın dört bir köşesinde zulüm yaşayan toplumların da feraha kavuşacağı barış günlerine kavuşacakları umuduyla doluyorum…
Nevruz hakkında o kadar çok açıklamalar ve yorumlar var ki o konuyu bir yana koyuyorum ve sosyal hayatın mevsimlerinin de şiir güzelliğinde yaşanması dileğiyle şiirden söz etmeye başlayacaktım ki sosyal medyada facebokta ; Kırşehir’den çok değerli Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni ve şâir Canan KÖKSAL Hanımefendi’den “Kalbimizin Kırkıncı Odası” başlığı altında Şiir ve Nevruz’un konu edildiği veciz bir yazı düşüverdi. Ben de doğrudan siz değerli okurlarımın da bu veciz yazıdan nasiplenmeniz dileğiyle noktasına virgülüne dokunmadan sizlerin beğenisine sunuyorum… Buyrunuz efendim; işte Canan Köksal Hanımefendinin yazısı:
““Kalbimizin Kırkıncı Odası
Şiir ve Nevruz!
İnsan ve doğuş ya da söz ve diriliş bile denilebilir.
Önce heceleyerek sonra yarım yamalak bir anadil ile başlayan süreç tam tekmil bir cümle oluyor. O cümleler duygu, düşünce ve istek bildirmekten başka bir yanı yok.
Sadece beş duyunun hizasından daha sonra düşünce, kıyas, analiz ile aklın seviyesine çıkıyor.
Söz,bu yükselişten sonra salt aklın fabrikasından bilgi ile dile gelse de kuru, yavan ve eksik duruyor.
Bir eviniz var fakat sadece sağlam dört duvardan ibaret. Hiçbir dekoru yok.
Nakışı, çinisi, ebrusu yok...Düş'ü yok!
Düş ile temellenen bir düşünce, ilhamını kalbin idrakinden alan düşününce, hem aklı, selim yapıyor hem kalbin ìştiyak duyduğu sonsuzluğa köprü oluyor.
Şiir ile cümleler tekamül noktasına varıyor.
İşte şiir ve sanat bizi dört köşe katı gerçeklikten, beş duyu zindanından çıkaran bir simya desem çok değil.
Şiir kalbimizin kırkıncı odası.
Cümle aklın hizasından yükselmek için düşüyor!
Kalbe iniyor. Tıpkı Yusuf'un kuyuya düşmesi gibi. İşte söz mânayı kuyuda buluyor
Hayat ve sonsuzluk karşısında hayret ve şaşkınlık içerisinde vadiler gezen şair, ‘varda yok'u sezip, yokta var'ı’ görmeye başlıyor.
Aklın kurduğu kurallı bütün cümleler şiirde devrik ve şaşkın bir hale geliyor.
Fakat bu haliyle ne güzeller!
Her defasında başka bir güzel görünüyor. Her tarif şiir karşısında biraz mahcup ve hep yarım.
Nevruz ve şiir diye söze başlamıştım.
Sadede geliyorum
Yorumlar
Kalan Karakter: