Ona misal, ben de İstanbul’u düşünüyorum 569. Fetih yılında: Düşünürken ardı ardına çok özel güzellikleri çıkıveriyor karşıma İstanbul’umuzun…
İlk olarak içinden deniz geçen şehirdir İstanbul:
Sonra iki kıtada kurulu olan tek şehirdir İstanbul.
Onun Bizans’a, Roma’ya Latinlere ve Osmanlı’ya başkentlik yaptığını tarihler de yazar, dünya da bilir…
Dünyanın bilmediği yanı ise ona şâirlerin verdiği isimlerdir:
Yahya Kemal’e göre; Azîz İstanbul’dur,
Necip Fazıl’a göre; Canım İstanbul’dur
Nazım Hikmet’e göre; Belde-i Tayyibe( 1453’ün Ebced hesabındaki karşılığı)
Şâirler ona gönüllerince seslenirler de halk geri mi durur; halk da gönlünce güzel sıfatlar yükler İstanbul’umuza:
Dersaadet (Saadet/Mutluluk kapısı), Derâliye(Farsça;Yüce Kapı), Bâb-ı Âli(Arapça; Yüce Kapı), Pâyitaht(Tahtın ayağı), Âsitâne(eşik, dergah, büyük tekke, başşehir) der…
Hz. Muhammed’in, “'İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur!..” hadisine muhatap olmak için Müslüman ordularınca defalarca kuşatılan; hattâ Eyyüp El-Ensârî, 80 yaşında olmasına rağmen bu hadise muhatap olabilmek maksadıyla İstanbul’un fetih amaçlı kuşatılmasına katılır…
Gelin görün ki, İstanbul’un fethi Osmanlı’nn 21 Yaşındaki sultanı Fatih Sultan Mehmet Han’a nasip olur…
Fatih; açan demektir; fetih ise; açma demektir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un kapılarını Türk Milletine açmıştır. Şehre girdiği andan itibaren Bizans ve Roma döneminden kalan ne varsa mevcudu olduğu gibi korutmuştur. Kendisinden sonra gelen padişahlar döneminde de aynı anlayış hayat geçirilmiş; bizim medeniyet dünyamızın eserleri mevcutların yanına yaptırılmış, böylece Yahya Kemal’in tabiriyle şehir Türk İstanbul kimliğine kavuşmuştur.
Oysa aynı İstanbul, 1204-1261 arasında şehir başkentlik yaptığı Latin İmparatorluğu döneminde en ağır tahribatı yaşamıştır: Heykelle kırılmış, şehir yağmalanmıştır. Hattâ, Ayasofya’nın parıldayan kubbesindeki kurşun kaplama altın zannedilerek parça parça sökülmüştür.
Bizim ecdâdımız ise, Ayasofya’nın yıkılmasını önlemek için statik konumundan dolayı dört köşesine dört minare yaptırarak bir anlamda yapının sigortasını yerleştirmiştir.
Sonraki dönemlerde de Ayasofya Camisi’nin karşısına Sultan Ahmet’in adını taşıyan camiyi inşâ ettirerek iki medeniyetin hayata bakışını maddede sergilemiştir: Aysafya’nın dar pencereleri ışığı kestiği için içeride bir loş hava oluşturulurken, Sultan Ahmet Camisinde geniş ve mavi camlı pencereleriyle içeriye bol ve mavi bir ışık girişini gerçekleştirdiği için insana huzur veren bir yapı oluşturulmuştur.
Nitekim bu özelliğini fark eden batılılar Sultan Ahmet Camisine “Blue Musk-Mavi Cami” adını vermişlerdir.
İstanbul tarih boyunca aşağıda verdiğimiz dönemlerde ve devletlere başkentlik yapmış bir şehirdir:
330-395 yılları arasında Roma İmparatorluğu,
395-1204 yılları arasında Bizans İmparatorluğu,
1204-1261 yılları arasında Latin İmparatorluğu,
1261-1453 yılları arasında tekrar Bizans İmparatorluğu
1453-1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu
İstanbul sadece devletlerin başkenti olmamıştır:
İstanbul, şiirin, edebiyatın, hat sanatının, ebrunun, söz sanatlarının, edebin, ilmin, irfanın da başkenti olmuştur.
İstanbul, Türk Milletinin tarihi içerisinde İnsanlığa hediye Türk kültürü ve medeniyetinin yüzük kaşı bir şehri olmuştur.
Orada inşa edilen kuş evleri Ziya Osman Saba’ya ilham vererek “Sebil ve Güvercinler” şiirini yazdırır:
“Çözülen bir demetten indiler birer birer,
Bırak, yorgun başları bu taşlarda uyusun.
Tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun,
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...
……….”
İstanbul Türküsü şiirinde:
Rumeli Hisarı’na oturmuşum;
Oturmuşta bir türkü tutturmuşum:” diyen Orhan Veli, can kulağıyla dinlediği İstanbul’a dair duyduklarını: “İstanbul’u Dinliyorum” şiiriyle paylaşır bizlerle:
“İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.
………”
“Bir Başka Tepeden” şiirinde Yahya Kemal kadim bir dostunu
selamlar gibi “Aziz İstanbul” diye seslenir İstanbul’a:
Sana dün bir tepeden baktım AZÎZ İSTANBUL!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.”
“Canım İstanbul” şiirinde Necip Fazıl bir sevgiliye seslenircesine seslenir İstanbul’a:
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...
Nazım Hikmet, “Sekiz Yüz Elli Yedi” başlıklı şiirinde İstanbul’un kesinlikle Türk’ün malı olduğunu söyler:
O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın!
Belde-i Tayyibe’yi fetheden padişahın,
Hak yerine getirdi en büyük niyazını
Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını!
İşte o günden beri Türkün malı İstanbul,
Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!
Ve… İstanbul’la ilgili değişmeyecek hüküm Nedim’e aittir:
Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır
Bu İstanbul kenti değer biçilemeyecek kadar eşsizdir,
Onun bir taşına tüm Acem ülkesi feda olsun.
Bir gevher-i yek-pâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır
O, iki deniz arasında tek parça bir mücevher gibidir,
Dünyayı aydınlatan, ısıtan güneş ile bir tutulsa yeridir
………………….”
Allah, Türk milletini İstanbulsuz, İstanbul’u da Türksüz bırakmasın!..
Sevgilerimle…
Yorumlar
Kalan Karakter: