1 Eylül günü, kutlanacak günler arasında Dünya Barış Günü olarak servis edildi yine dünya gündemini belirleyen merkezler tarafından.
Hoş, bu belirleme ve servis her ne kadar görünürde BM-Birleşmiş Milletler tarafından yapılıyor gözükse de BM’yi kuran ve yöneten güçlerin kimler olduğuna bakıldığında BM’nin sadece simgesel bir yapı olduğu gerçeğiyle karşılaşırız.
BM için simgesel yapı dedim, sebepsiz değil: BM’nin kurulduğu günden bu yana dünya üzerinde olan biten olaylar karşısında takındığı tavır ile mazlum milletlerin haklarını koruyamayış ve soramayış gerçeği bu yargıya vardırıyor insanı ister istemez…
İşte yine evrensel bir kavram olan aslında çok masum bir kavram olan “barış”ı konuştu dünya 1 Eylül’de Sanki 1 Eylül’de 1 gün konuşuldu artık 365 gün savaş olabilir gibi de bir mantık çıkıyor ortalığa…
En çok savaşan, en çok kan döken ona rağmen de “barış”ı dillerinden düşürmeyen batı dünyasının kabulleriyle konuşuyoruz 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü ne yazık ki!
BM’nin 1981’deki 57. Birleşiminde Genel Kurulun açılış günü olan 3. Haftası, 7 Eylül 2001 tarih ve A/RES/55/282 sayılı kararı ile 21 Eylül Barış Günü olarak kabul edilmişti. Bunun simgesi olarak da her 21 Eylül’de “Barış Çanı” çalınmıştı.
Bu tercih, BM’nin açılış gününe ithaf edildiği için “Dünya Barış Günü”nü konuşmak için daha mantıklı geliyor insana.
Oysa Birleşmiş Milletlerin bu kararından önce Varşova Paktı ülkeleri Sovyetler Birliğinin öncülüğünde Almanya’nın Polanya’yı işgal günü olan 1 Eylül’ü “Dünya Barış Günü” ilan ederek kutlamaya başlamıştı…
İşte, insanın zihnindeki çelişki yumağı da burada başlıyor ister istemez: Bir ülkenin işgal günü nasıl oluyor da “Dünya Barış Günü” oluyor? Yani en azından Almanya Polanya’dan çekilmeye başladığı gün olsa daha mantıklı olmaz mıydı sorusu dolaşıyor insanın zihninde…
Buradan hareketle; Almanya’nın Polonya’yı işgal günü olan 1 Eylül’ü “Dünya Barış Günü” kutladığına göre, Yunanlıların İzmir’i işgal günü olan 15 Mayıs 1919’u da Barış Günü olarak mı kutlamak gerekiyor acaba diye düşünmeden edemiyorum…
Şimdi soruyorum kendi kendime: BM kendi kuruluş gününü, 21 Eylül’ü barış günü kabul etmişken, niçin 21 Eylülden vaz geçildi, niçin 1 Eylül kabul edildi.
Birleşmiş milletlerin kararından vaz geçmesini ve Almanya’nın Polonya’yı işgal günü olarak kutladığı savaşılan bir günü “Dünya Barış Günü” olarak kutlatan sebep neydi?
Sorular, sorular sorular, bitmek bilmeyen deli sorular…
Bana kalsa, BM’nin Dünya Barış Gününü Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, dünyada sulh!” sözünü söylediği tarih; ya da Yunanistan Başbakanı Venizelos’un Mustafa Kemal’i Nobel Barış Ödülü verilmesi için yazdığı teklif mektubunun tarihini kabul ederdim ya da 9 Eylül 1922’yi Yunanın şahsında işgalci emperyalist güçlerin denize döküldüğü tarihi kabul ederdim.
Çünkü Atatürk bu sözünü savaş ortamında değil, bilakis İstiklâl Harbi’nin tamamlanmasından sonra söylemiştir.
Kaldı ki Mustafa Kemal, meşhur adıyla 93 harbi de denilen 1877/ 1878 Osmanlı Rus Harbi’nin Balkanlarda yarattığı yıkımların devamında hemen 2 yıl sonra dünyaya gelmiştir. 12 yaşında girdiği askeri okulla birlikte 9 Eylül 1922’ye kadar bilfiil askerliği; okulda akademik süreci, cephelerde ise her türlü doğaçlama gelişen şartları içerisinde savaşı her türlü ortamında yaşayan bir askerdir; subaydır, komutandır, mareşaldir… Onun özgeçmişinde; Libya’da Trablusgarp vardır, Balkan Savaşı vardır, , Çanakkale vardır, Doğu(Kafkas) Cephesi vardır, Suriye-Filistin Cephesi vardır, Kurtuluş Savaşı içerisinde; Sakarya vardır, 26 Ağustos 1922 vardır, 30 Ağustos 1922 vardır.
İşte, bütün mesele de buradadır. Barışın kıymetini en iyi savaşanlar bilir.
Nitekim, Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarak başlattıkları işgal 9 Eylül 1922’de kendi adlarına hüsranla ve yenilgiyle sonuçlanmasının üzerinden 8 yıl geçmiş ve Yunanistan Başbakanı heyetiyle 1930 yılında Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinde Atatürk’ü ziyaret etmiştir.
Savaşta yenik düşen Yunanistan'ın önderi Eleftherios Venizelos, Nobel Komitesine Farnasızca yazdığı üç sayfalık mektubunda gerekçelerini de açıklayarak 1934'te savaşın galibi Mustafa Kemal Atatürk'ü Nobel Barış Ödülü'ne aday göstermiştir.
Bu mektubun son kısmında yer alan ifadeler şöyledir:
"Küçük Asya Felaketi ertesinde saygın bir ulus devlet olarak yeniden doğan ve anlaşabileceğimize kani olduğumuz Türkiye, uzattığımız dostluk elini büyük bir samimiyetle sıkarak kabul etmiştir.
“Bu yaklaşımımız, halkların düne kadar olan çok ciddi anlaşmazlıklarını gidermelerine örnek olacak. Halklarımız, yalnız olumlu sonuçlar getiren samimi bir barışın nimetlerinden faydalanacak. Yaklaşımımız, gerek ülkelerimizin gerekse de Yakın Doğu'nun (Orta Doğu ima ediliyor) barış düzenine hizmet edecektir.
"Bu barışın sağlanmasında en değerli katkıyı gösteren kişi, Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'dan başkası değildir.
"Bu nedenle, 1930'dan bu yana Yunanistan hükümeti başkanı olarak Yakın Doğu'ya yeni bir dönem getiren ve barışı sağlayan Türk-Yunan paktının imzalanmasından sonra, siz Nobel Barış Ödülü saygın üyelerine, Mustafa Kemal Paşa'yı bu kıymetli ödüle layık görmekten şeref duyduğumu belirtir; adaylığını kabul etmenizi arz ederim.
"En derin saygılarımla."
Bu bağlamda, “ 1Eylül Dünya Barış Günü” kabulüne niçin itiraz ettiğimi anlatabildim mi bilmiyorum!..
Dünyada kalıcı bir barış olmasını kim istemez ki?
Sevgilerimle…
Yorumlar
Kalan Karakter: