Son birkaç gündür, İsrail’la-Filistin arasında yaşanan çatışmalar konusunda içimizi acıtan, kanımızı donduran haberler seyrediyoruz ya ekranlarda ya da gazete sayfalarında…
Savaş gerçeğinin en acı veren tablolarına bakmaya içimiz varmıyor doğrusu.
Doğada birbiriyle dövüşen aynı türdeki her canlının bir diğeriyle aynı dövüş aracına sahip olduğunu görüyoruz:
Ör: Arslanların pençeleri, büyük başların; boğalar, dağ keçileri, koçlar vb boynuzları, kartalların ayakları, timsahların dişleri-çeneleri vb
Oysa insan öyle mi ya!.. İlk insandan bu yana bilgiyi kullanma becerisine göre icat edilen silahları hep beraber görüyoruz. Dolayısıyla ilk çağların savaşlarını daha insani, daha mertçe buluyoruz.
Günümüzdeki savaşlardaki silahları kullanmadaki niyetlerin ne gibi acı yıkımlar yapabildiğini hep birlikte görüyoruz…
Şimdi biraz da İsrail ile Filistinlilerin tarihî geçmişlerine bakmak istiyorum siz değerli okurlarımız için:
Tanrıyla Güreşen anlamına gelen İsrail ( יִשְׂרָאֵל, Yiśrāʾēl) adıyla kutsar. Böylece Yehova tarafından Yakup'un adı artık 'İsrail' olur. Bu nedenle Yakup'un soyundan gelenlere İsrailoğulları denir. Bu olaydan sonra Yakup, Mısır'a göçtüğünde sülalesi İsrailliler olarak anılır.
Dünyada da 15 ile 17 milyon arasında bir Yahudi nüfusundan söz edilir. Bu nüfusun 7 milyon civarı İsrail’de geri kalanı başta ABD olmak üzere çeşitli ülkelerde yaşamaktadır.
İsraillilerin tarihteki ifadeyle Yahudiliğin tarihi Hz. İbrahim'le başlıyor. Yahudilerin büyük atası olan Hz. İbrahim, Tevrat'ın ifadesine göre Keldanîlerin Ur Yahudiliğin etnik kökenleri ilk İbrânî atası kabul edilen Hz. İbrâhim’e ve ondan sonra gelen iki İbrânî atasına, Hz. İshak ile Hz. Ya‘kūb’a dayandırılmaktadır.
Dinî açıdan başlangıç noktası, Ya‘kūb’un ya da Tanrı tarafından verilen ismiyle İsrâil’in on iki oğlundan neşet eden İsrâiloğulları’nın Mûsâ peygamber tarafından Mısır’daki kölelik evinden kurtarılıp Sînâ yarımadasına götürülmeleri ve burada atalarının Tanrı’sıyla ahidleşerek O’ndan Tevrat’ı almaları (Sînâ vahyi) kabul edilmektedir.
Ancak Ahd-i Atîk döneminde (m.ö. XIII-V. yüzyıllar) yaşamış olan İsrâiloğulları’nın dinî uygulamalarını, ikinci mâbed devrinden (m.ö. V - m.s. I. yüzyıllar) itibaren şekillenmeye başlayan sistemli bir din olarak Yahudilik’ten ayırmak için bu ilk aşamayı ifade etmek üzere “eski İsrâil dini” tabiri kullanılmaktadır.
Yahudilik, yayılımı ve etkisi açısından bir dünya dini özelliğine sahip olsa da iç dinamizmi açısından hem millî hem evrensel unsurlar taşımakta, inanç sistemi mânasında bir din olmanın ötesinde bir hayat tarzını ve dinî-etnik kimliği ifade etmektedir.
Yahudiler, dünü ve bugünü kutsal kitapları üzerinden yorumlarlar. Tanah, bir anlamda Yahudi göçünün ve kimliğinin manifestosudur. Kutsal kitapların oluşumu, jeopolitik koşullarla da paralellik gösterir.
Tanah’ta Hz.İbrahim’in Kenan topraklarına yolculuğu, seçilmiş bir halkın vadedilmiş topraklarla müjdelenmesinin yürüyüşü olarak aktarılır.
Bu yürüyüş, Hz. Musa döneminde Tevrat’la desteklenir. Yahudi
ütopyası, Kudüs’ün başkent olması ve Süleyman Mabedi’nin inşasıyla siyasi ve dinî bir çehreye bürünür.
Din ile etnik aidiyetlilerini aynı kimlikte bütünleştiren Yahudiler,
Kudüs’ün ve Süleyman Mabedi’nin yıkılmasını Tanrı’nın bir cezası olarak algılarlar. Dünyanın farklı coğrafyalarına dağılan Yahudiler;
İslam coğrafyasında zımmi hukuk çerçevesinde daha rahat bir ortamda yaşarken Hristiyan bölgesinde dışlanır, ötekileştirilir ve sürgüne tabi tutulurlar.
Yahudiler, Siyonistlerin öncülüğünde 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasıyla ütopyalarına kavuşurken kadim bir toplumun da felaketine neden olurlar.
Kendilerini özgür kadının çocukları olarak gören Yahudiler, köle kadının çocukları olarak gördükleri Filistinliler ile aynı topraklarda bir arada yaşamaya yanaşmazlar.
Filistinliler Filistin’de yaşayan, Arap kökenli bir halktır. Filistin veya resmî adıyla Devlet-ü Filastîn, Orta Doğu'da ve Batı Asya'da, Akdeniz kıyısındaki tarihî Kenan Bölgesi'nde bulunan ve Batı Şeria (İsrail-Ürdün sınırında) ile Gazze Şeridi'nde (İsrail-Mısır sınırında) belirtilen bölgelerde de facto olarak(fiilen var olan resmen tanınmamış olan) hüküm süren bir Arap devletidir. Dünya üzerinde 12 milyon civarında Filistinli Arap’ın varlığından söz edilir.
Devletin başkenti de Kudüs olarak belirlense de İsrail işgalinden dolayı merkezi Ramallah'ta yani Batı Şeria'da bulunmaktadır. Filistin toprakları 1948'den önce Mısır ve Ürdün tarafından işgal edilirken 1967'deki Altı Gün Savaşı'ndan sonra ise İsrail tarafından işgal edilmiştir.
Kudüs, dünyadaki 3 büyük inanç (Yahudilik, Hristiyanlık, İslamiyet) açısından merkezi bir kutsallığa sahiptir. İslam tarihinde ilk kıble, yeryüzünde Kâbe'den sonra inşa edilen İkinci Mescit ve Müslümanlar açısından yeryüzündeki harem alanlarından üçüncüsüdür.
Kudüs, tarihin her döneminde çekiciliğini muhafaza etmiştir.
Dünyaya etki eden büyük devletler Kudüs’e mutlaka sahip olmak istemişler ve orayı kontrolleri altında tutmak için mücadeleler gerçekleştirmişlerdir.
Kudüs, Müslümanların kalplerinde özel bir yere sahiptir;
Kur’an-ı Kerim’e göre kutsal topraklardır:
“Ey halkım Allah’ın sizlere tahsis ettiği kutsal topraklara girin” (Maide,22) Kur’an-ı Kerim’e göre bereketli topraklardır:
“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Hz. Muhammed s.a.v.) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah (c.c.) noksan sıfatlardan münezzehtir; O (c.c.) gerçekten işiten, görendir.” (İsra, 1)
Yahudiler açısından;
M.Ö. İsrail kralı Hz. Davut’un bu şehri Birleşik İsrail Krallığı’nın başkenti olarak ilan etmesi,
Hz. Süleyman’ın Mescid-i Aksa’yı (Yahudilere göre “Tapınağı”) Tapınak Dağı’nda (Mescid-i Aksa’nın üzerinde kurulu olduğu yer) yapması,
Burak Duvarı’nın (Yahudilerin Batı Duvarı veya Ağlama Duvarı) bu şehirde bulunması. Bu duvar Yahudilerin dünyadaki en kutsal alanıdır, kıble olarak ta kullanılır,
Mesih’in buraya ineceğine inanılması,
Cennet ve cehennemin Kudüs’te kurulacağına inanılması. (Bunun için Zeytin Dağı’ndaki kutsal Yahudi Mezarlığı bulunmaktadır)
Hristiyanlar açısından;
Hz. Meryem (a.s.)’ın bu topraklarda ailesiyle birlikte yaşaması,
Hz. İsa (a.s.)’ın Kudüs’te Hak dini ve esaslarını o dönemin sapıtmış Yahudi mensuplarına tebliğ etmesi,
Hz. İsa (a.s.)’ın hayatının son bölümünü bu topraklarda geçirmesi, (Hristiyanlar’a göre yargılanması, işkence edilerek öldürülmesi, sürüklenmesi ve bugün Kıyamet Kilisesi olarak ta bilinen yerde gömülmesi ve oradan göğe yükselmesi,
Mesih’in tekrar Kudüs şehrine gelmesi ve Cennetin Krallığı’nı Mescid-i Aksa’nın bulunduğu yerde kurulacak tahtın üzerinde ilan etmesi,
Hristiyanlar’ın hac mekânının Kudüs’te bulunması
Bu bağlamda Kudüs’ün üç büyük dinin mensupları için de kutsallık taşıması, tarihsel süreçte üç dinin mensupları da Kudüs ve çevresine hakim olmaya çalışmışlardır.
Başlangıçta Yahudiler ve Hristiyanlar Kudüs’te yaşarlarken Müslümanlar Halife Hz. Ömer döneminde 638’de diplomatik yollarla Kudüs’e hakim olurlar.
Anadolu Selçuklu Devleti döneminde yaşanan 8 Haçlı Seferinin ortak gayesi Kudüs’e hakim olmaktır. Bunu başaramayınca 1948’deki İsrail Devleti’nin kuruluşuna kadar beklemek zorunda kalmışlardır.
1967’den bu yana İsrailliler hiç bitmeyen yıldırma politikalarıyla yörede yaşayan Arapları uzaklaştırma politikalarını uygulaya gelmişlerdir. Son bir haftadır yaşanan gelişmeler de bu sürecin en sonuncu tezahürüdür.
Bu noktada Şunu hatırlamakta yarar vardır: Batılı emperyal devletler tarafından Orta Doğu’da petrolün keşfine bağlı olarak yöredeki Osmanlı hakimiyetine son verildikten sonra yerine cetvelle çizilen sınırlardan oluşan çok sayıda yapay Arap Devletleri kurdurulmuştur. Krallık, emirlik ve şeyhlik tarzındaki yönetimler özenle korunarak her birisinin başına da kendileriyle uyumlu çalışacak kukla yöneticiler getirilmiştir.
Bu konuda Raif KARADAĞ’ın “Petrol Fırtınası”nı okunmasını şiddetle tavsiye ediyoruz:
Raif Karadağ, dünya petrollerinin şifrelerini otuz yıl süren titiz araştırmalarıyla ortaya koymuş , hatta petrol için insafsızca kan akıtan emperyalist bazı ülkelerin gizli planlarını Türkiye’de dönemin cumhurbaşkanına ülke menfaatleri açısından sunmak istemişti. Hazırladığı bu raporda Türkiye’nin elindeki milli servet petrolleri hakkında da oldukça gizli bir takım bulgulara ulaştığı biliniyordu. Ancak; hazırladığı raporu, dönemin cumhurbaşkanına sunmak için Ankara’ya gittiğinde bir gece öncesinde, son derece sıhhatli bir şekilde kaldığı otel odasında esrarengiz bir şekilde ölü olarak bulunmuştu…
Günümüzdeki petrol rezervleri, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynakları, İsrail Gazının Avrupa’ya iletilmesi, İran-Rusya-Çin ilişkileri vb denklemleri bilmeden ve çözmeden yörede olup bitenleri anlamak mümkün değildir. Türkiye’nin başına bela edilen terör belasının arka planını bilmeden ve çözmeden de olanı biteni anlamak mümkün değildir.
Sadece sahada olana bitene bakarak verilecek hükümler günlük olacaktır ve tarihsel süreçte bir sürekliliği ve değeri olmayacaktır.
İsrail ile Filistinliler arasında yaşanan 6 gündür devam edip gelen acı tablo özellikle Gazze’de her gün yeni acıların yaşatıldığı bir konum arz etmektedir.
Dileğimiz, Ortadoğu’da yangının büyümemesi ve bölgeye yayılmamasıdır.
ALLAH, devletimizi ve milletimizi ve insanlığı dünyaya yayılacak 3. Bir Dünya Savaşından korusun diyoruz….
Şu anki gerçek olan biten de Bir an önce Gazze’de savaş kurallarının hayat geçirilebilmesidir.
KARŞI/YAKA’DAN SEVGİLERİMLE…
Yorumlar
Kalan Karakter: