Bugün 20 Ekim 2023 günlerden de Cuma!..
Gazze 14 gündür yanıyor… Yakılıyor… Yıkılıyor!..
Dünya bu yangını, fotoğraf sanatçılarının alev püsküren yanardağları seyretmelerine misal seyrediyor…
Yangını söndürmesi beklenen itfaiye konumundaki “Batılı Güçler”, bırakınız yangını söndürmelerini, benzin döküyorlar ateşin daha çok harlaması için…
Birilerinin yangını söndürmesine engel olmak için de uçak gemilerini gönderiyorlar yöreye…
Bırakınız İsrail’i kınamayı. Bıden, ABD’den kalkıp gelip Netenyahu’yu kucaklayarak bağrına basıyor. Avrupa devletleri ağız birliği içerisinde aynı yaklaşımla konuşuyor ve suçu Filistinlilere atmaya çalışıyor.
Bu nasıl bir ruh hâlidir anlamak mümkün değil!..
Mümkün değil diyorum da; Batılı güçlerin yeni kıtaların keşfi için denizlere açılmasıyla başlayan süreçte sergilediği tavır bugünkünden hiç de farklı olmasa gerektir. Tek fark, ellerindeki silahların konumu, yıkıcılığı ve yakıcılığındaki farktır…
***
Batının bugünkü saldırganlığını anlamak için tarihine bir göz atmak yeterli olacaktır sanırım:
Kutsal Roma İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde 1618'den 1648'e kadar süren 30 Yıl Savaşları sadece tarihi bir hatıra değildir…
***
Anadolu Selçuklu Devleti döneminde 1096-1261 yılları arasında yaşanan “Haçlı Seferleri” ya da “Haçlı Akınları” Avrupalı Katolik Hristiyanların, Papa'nın isteği ve çeşitli vaatleri üzerine, genellikle Müslümanların elindeki –kendilerince kutsal kabul ettikleri- Orta Doğu toprakları üzerinde askeri ve siyasi egemenlik sağlamak için düzenledikleri savaşların genel adıdır.
Bu seferler sırasında işi öyle bir noktaya taşırlar ki; 1204'te 4. Haçlı Seferinde İstanbul'u işgal eden Haçlılar, tarihteki en acımasız katliam ve yağma faaliyetlerinden birini gerçekleştirirler.
İstanbul Haçlıların eline geçip, Haçlılar tarafından tamamıyla talan edilip yakılıp yıkılır. Ayasofya Camii’nin kubbesini örten kurşun kaplamayı altın zannıyla parça parça koparıp yağmalarlar, İstanbul’daki kültür sanat eserleri ve heykelleri yerle bir ederler. Geri verilen talanın bir kısmı ortaklaşa bölüştürüldükten sonra İstanbul'da bir Latin devleti kurarlar…
***
Yüz Yıl Savaşları diye anılan; İngiltere Kralı III. Edward'ın Fransa tahtında hak iddia etmesiyle 1337'de başlayan ve ancak 116 yıl sonra 1453'te sona eren savaşlar dizisidir.
***
Kristof Kolomb'un 1492'de Amerika Kıtası'na ulaşmasından sonraki 5 asır boyunca Avrupalılar tarafından kıtanın yerlileri olan Kızılderililere soykırımı uygularlar.
Doğrudan Kızılderili katliamları gibi katliam ve etnik temizlik yapılması, Kızılderili Tehciri gibi geleneksel topraklarından başka topraklara sürülmeleri bağışıklık sistemlerine yabancı olan çiçek hastalığı gibi Eski Dünya hastalıklarının bilinçli olarak Kızılderililere bulaştırılması, çiçek soykırımı ; Hristiyan misyonerlerince eğitim verilen Kanada yerli yatılı okulları ile ABD yerli yatılı okulları gibi okullarda ailelerinden koparılan Kızılderili çocuklarının anadilleri dışında eğitim almaları ve anadillerini konuşamamaları dil soykırımı ve kültürel soykırım uygulanır.
Kızılderilileri soykırıma uğratma yöntemleri arasında onların fiziksel imhası, topraklarının gaspedilmesi, kültürel baskıya uğramaları, «imha» tehcir ve zorla kısırlaştırma vardır.
12 Ekim 1492 tarihi Kızılderililer için trajik bir gündür ve o günü “Kolomb Günü” olarak kutlamak, soykırım, kölelik, tecavüz ve yağma mirasını kutlamak demektir. Benzer şekilde “Şükran Günü” kutlamaları ABD Kızılderililerine karşı yapılan soykırımın kutlaması olarak görülmektedir.
ABD'de “Kızılderili İşleri Bürosu Başkanı” Avrupalıların uyguladığı bu"etnik temizlik" hareketinde büronun katkılarından dolayı 8 Eylül 2000 günü resmen özür diler.
***
1981’de TRT-1 ‘de 6 bölüm olarak yayınlanan ve Türk seyircisini ekranlara bağlayan KÖKLER dizisi 1977 yılında Alex Haley’in KÖKLER adlı kitabından TV’ye uyarlanmıştır.
Kökler, Kunta Kinte isimli bir Afrikalının ülkesinden kaçırılıp, köle olarak Amerika’ya getirilmesiyle yaşadığı zorlukları, ötekileştirilmeyi ve ırkçılığı konu alır… Özgürlüğü bulmak için her yolu deneyen Kunta Kinte’nin hikâyesinin anlatıldığı Kökler, başlı başına bir insanın özgürlük mücadelesini konu alan başyapıtlardan birisi olmuştur.
KUNTA KİNTE 1767'de Afrika'dan kaçırılır ve Amerika'ya köle olarak satılır. Kölelik ismi olan Toby'yi kullanmayı reddeder. Kökleri onu yaşama bağlar ve kahramanlıklarıyla kuşaktan kuşağa fısıldanır. Ta ki Tennessee'de yetişen bir gence ulaşıncaya kadar. Onun adı Alex Haley'di ve Kunte Kinte'nin adını; dolayısıyla uygulanan ırkçılığı dünyaya duyurmuş olur.
***
Afrika'daki Fransız varlığı 17'nci yüzyıla kadar uzanmakla birlikte sömürgeci genişlemenin ana dönemi 19'uncu yüzyılda 1830'da Cezayir'in işgali ile başlamıştır. 1780'lerde Fransız sömürge politikası asimilasyon ideolojisi olarak adlandırılmıştı. Cezayir ya da Tunuslular gibi Kuzey Afrikalılar için Fransız işgali zor gerçekleşir. Zira Osmanlı döneminde Türk idaresindeki Kuzey Afrika halkı bir Anadolu tüccarıyla aynı muameleyi görmüştür. Fakat Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüyle 1830'da Fransızlar Cezayir'i işgal eder ve 1881'de Tunus'u ve 1912'de Fas'ı kapsayacak şekilde genişleyen Kuzey Afrika'nın Fransızlar tarafından kolonizasyon süreci böylece başlamış olur.
Dolayısıyla Fransız sömürge kontrolünün zirvesinde Mağrip bölgesinin çoğunu oluşturan Fransız Kuzey Afrikası, 1830'da Fransızların Cezayir'i işgaliyle Kuzey Afrika'da yüzyıldan fazla sürecek bir sömürge dönemini başlatmış olur.
Fransa'nın Cezayir'i resmen sömürge yaptığı 1848'den 1962 yılı bağımsızlığına kadar olan süreçte yerli halk, sonuçları günümüze kadar süren akıl almaz katliam ve sömürgeci politikalara maruz kalır.
Fransız hegemonyasını kurmak maksadıyla kullanılan yöntemlerle, kıtlık ve hastalıktan 500 bin ila 1 milyon Cezayirlinin ölümüne yol açtığı için savaş, bir soykırım oranlarına ulaşır.
Osmanlı Devleti Cezayirlileri kendi tebaasından saydığı için Cezayir'den kaçanlara vatandaşlık vermiş ve Adana, Mersin ve Şam'a yerleştirmiştir.
***
Dünyanın tanık olduğu büyük devletlerden birisi olan Osmanlı Devleti üç kıtaya yayılması ve içerisinde çok çeşitlik dil, din ve inanış biçimlerini barındıran; Yemen’den Cezayir’e, Kafkaslardan Tuna Boylarına kadar çok geniş bir coğrafyayı yönetirken egemenli altındaki toplumlardan isteği devletin egemenliğini/otoritesini tanıması olmuştur. Onun dışında bütün toplumlar her çeşit inanç, dil ve dinini yaşama konusunda özgür bırakılmış, kendisine benzetme yerine hatta bir yerde bunları yaşaması da istenmiştir.
İstanbul fethedilince Fatih Sultan Mehmet’in ilk uygulaması Hristiyanların şehirde kalmalarını ve ibadetlerini özgürce sürdürebilmelerini sağlamak olmuştu. Fatih tarafından 1461'de Ermeni Patrikhanesi kuruldur ve Bursalı I. Hovagim patrik olarak seçilir. Ortodoks patriği gibi Ermeni patriği de imtiyazlar alır. Süryani, Habeş ve Kıpti kiliseleri bu patrikhaneye bağlanır. ] Yahudilere de haklar tanınır. Osmanlı himayesindeki ilk hahambaşı Moş Kapsari olur.
Padişahın koruyucu tutumu sayesinde Ayasofya tahrip edilmez. Ayasofya'nın camiye çevrilmesi sebebiyle mozaiklerinin sökülmesi icap ederse de sultanın emriyle mozaikler sökülmeyerek kireçle kaplanır. Çan kuleleri yıkılmadı, geçici olarak ahşap minareler eklenir.
***
Fatih Sultan Mehmet’in bir diğer koruyuculuğu da Bosna konusundadır. Fermanında şöyle buyurur Fatih:
“Ben Fatih Sultan Han, bütün dünyaya ilan ediyorum ki; kendilerine bu Padişah Fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır ve emrediyorum: Hiç kimse ne bu adı geçen insanları, ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içinde yaşasınlar. 1478”
***
Daha yakın dönemde 1914-1918 arasında yaşanan 20 milyon civarında insan ve 20 milyon civarında insan kaybı; 20 milyon civarında da yaralı kaybı yaşanan 1. Dünya Savaşı…
1939-1945 arasında yaşanan bu sefer asker ve sivil 60 milyon insanın ölümüne yol açan 2. Dünya Savaşı…
2. Dünya Savaşı içerisinde Sovyetler Birliğinde yaşanan Kırım ve Ahıska Türklerinin vatanlarından sürgüne edilişleri…
Günümüzde de Çin’in Uygur Türkleri üzerinde uyguladığı acımasız baskılar…
Savaşacak düşman bulamadıkları zamanlarda bile kendi içlerinde acımasızca savaşan bir Batı gerçeğini unutmamak gerekiyor.
***
Bu bağlamda İsrail-Filistin konusuna baktığımızda olana bitene insan şaşırmıyor. Her toplum, kendisine yakışanı yapar derler ya: Ceylanlara ceylanlık yakışıyor, arslana, çakala da ceylanları parçalayarak varlığını sürdürmek yakışıyor.
Bu mânâda konuya baktığımızda yer yüzünde ne ceylanlar tükeniyor ne de arslanlarla çakallar tükeniyor…
Son yaşanan İsrail-Filistin konusunda insan şunları düşünmeden edemiyor:
Bir yörede egemenlik kurmak, kaynaklarını sömürmek için soykırımı şart mı?
O yörenin doğal kaynakları insanı yok etmeden de paylaşılamaz mı?
İnsanların daha çok acı çekmemesi için Savaş Hukuku belirleyici olamaz mı?
Dileğimiz, Emperyalist Devletlerin hırslarına sahip olabilmeleridir. Kendi insanının rahatı, huzuru için kendisinin dışındaki insanların da insanca yaşama hakkına sahip olduklarının kabulü ve ona göre insanca davranma noktasına gelmeleridir.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini yazan Batı Dünyasının yazıya geçirdikleri ilkelerine ve sözlerine sahip çıkmaları ve hayata geçirmeleridir.
Allah’tan duamız, Gazze’deki kıvılcımın Orta Doğu’yu devamında da dünyayı yangın yerine çevirmemesidir.
Ne diyelim:
“Katranı kaynatsan olur mu şeker cinsini sevdiğim cinsine çeker!..”
“Küfür âbâd olur ama zulüm âbâd olmaz!..”
“Zulümle âbâd olanın, âhiri berbâd olur!”
“Alma mazlumun âhını; çıkar âheste âheste!..”
KARŞI/YAKA’DAN… SEVGİLERİMLE…
Yorumlar
Kalan Karakter: