İnsanın ilk gerçeği; doğadaki canlılardan bir canlı varlık…
Doğa yasalarına tabi; doğanın ayrım yapmaksızın Cahit Sıtkı’nın:
“Geç farkettim taşın sert olduğunu
Geç farkettim taşın sert olduğunu
Su insanı boğar, ateş yakarmış!”
Dizelerinde itiraf ettiği doğanın gerçekliğine tâbi bir varlık...
Depremleri-heyelanları, selleri-nehir taşkınları, şimşekleri-yıldırımları, tipileri-çığları, çölleri-kutuplarda buzları, denizlerde tsunamileri ve sayısız gücüyle doğanın karşısında kendi güçsüzlüğünü sayısız kayıplar-acılarla süren tecrübe dediğimiz yaşanmışlık hatıralarıyla yaşayıp gelen bir doğal varlık…
Bu tecrübe ve birikimler ışığında doğanın gücüne saygıyla yaşar gelir insanoğlu var olduğu günden bugüne:
Ürününü ona göre eker biçer, kışa ve yaza hazırlığını yapar, yerleşirken ya su kaynaklarına yakın ya da yamaçlara yerleşirdi.
Ne zamanki insanoğlu, bilgi biriktirdi ve onu kullanmaua başladı o noktada hayaller kurmaya başladı: Bu hayallerinin kesişim noktası da elbette ep doğa oldu. Doğanın gücünden yararlanmak oldu:
Gemiler yaptı denizler aştı, uçaklar yaptı kıtalar aştı, iletişim araçlarıyla işlem zamanına hükmetti… Bunları yaparken elbette bütün insanların bilgi birikimi ve anlayışı aynı seviyede olmadı: Bu bilgileri insanlık adına kullanan özel insanlar sürekli olarak bilgi teknoloji iş birliğini hep bir adım öteye taşımanın zorlu mücadelesini verdi.
Genel anlamda ve bütün zamanlarda çoğunluk olarak doğal bir varlık olan insanoğlu her ortamda kendi çıkarı neyse ona göre doğal varlıkları kullanmayla ilgili bir davranışı tercih etti…
İnsanoğlunun bu bencil tavrı gücünün sınırlı olduğu dönemlerde doğaya o kadar zarar vermezken 20. yüz yıldan 21. yüz yıla evrilirken giderek hız kazanmaya başladı. Son yaşanan Giresun-Dereli sel felaketi ölçeğinde konuya bakarsak:
Öncelikle konuya müdahil olan bütün meslek dallarında görev alan insanların doğadan kopuş gerçeğiyle karşılaşırız:
- Sel sularının tazyikiyle çöken dolayısıyla üzerindeki Jandarma aracı ile iş makinesinin sel sularına kapılması ve içindekilerin şehit olmasıyla gündeme gelen “menfez” le aşlamak isterim söze:
- Menfez: Arapça bir kelimedir ve delik, yarık, giriş/çıkış yolu anlamındadır: Menfez; nfz ‘den gelir: nüfûz kelimesini hatırlarız buradan: Bir yere sirayet etme, etkisi altına alma gücünü ifade eder nüfûz kelimesi: Dere yataklarından karşıya yollar –kara ya da demir yolu- geçeceği zaman yağmur sularının ya da sürekli akan dere sularının yola zarar vermemesi ve akıp geçmesi için yolun altına dere yatağına yapılan sanat yapısıdır menfez.
- Şimdi, menfezin hesabını kitabını yapan mühendis doğadan kopuk ve doğanın gücünden habersiz. Dereli diye isim verilen doğanın var olduğu günden beri yağmur sularının hep seller oluşturarak dereler halinde akıp gittiği alanı yapılaşmaya açan yöneticiler doğadan kopuk. Dere kenarlarına yüksek katlı evler yapan müteahhitler, mühendisler, yapı denetim şirketlerinin elemanları doğadan kopuk. Bu dere kenarındaki yüksek katlı binalardan daire satın alanlar doğadan kopuk.
Dolayısıyla doğadan kopuk insanların her ne adına olursa olsun; ister kamu adına isterse kendi adına doğayı hesaba katmadan aldıkları karar ve uygulamaların doğanın gücü karşısında hükmü yoktur. Günü geldiğinde doğa, doğasında var olan bizlerin “doğa kanunu” dediğimiz gücü hükmünü sergiler: Doğa için bu noktada acıma, merhamet, koruma vb duygularının hiç birisi söz konusu değildir.
Gündemde Giresun/Dereli olduğu için hep Dereli ölçeğinde konuyu işledik. Oysa 5 Kasım 1995’te ülkemizin en modern, en Batılı, en çağdaş kentlerinden birisi olarak gösterilen İzmir’imizin Karşıyaka’sında 61 vatandaşımızın ölümüyle sonuçlanan yine bir sel felâketi yaşamıştık. Sebep; Yamanlar Dağı’nın yağmur sularının toplanıp akıp geldiği Ahırkuyu Deresi’nin tıpkı Dereli’de olduğu gibi, doğadan kopuk insanların her türden rant uğruna doğanın gücünü hesaba katmadan yapılaşmasına göz yumulmasıydı.
Yalova’da denizen doldurulmasıyla elde edilen alanda yapılan beşer katlı binaların Marmara Depremi sırasında dolgu malzemeleriyle birlikte denizin dibine göçmesi ve halen suların derinliğinde bekliyor olması gerçeği en yakın zamanda yaşanan felaketlerden birisi olarak henüz taze acılarıyla doğa kendisini hatırlatmaktadır.
SÖZÜN ÖZÜ: İnsan diğer canlılar gibi doğanın bir parçası olan doğal bir varlıktır ve de her varlık gibi doğa yasalarına tabidir. Bu gerçek içerisinde doğaya saygılı yaşamak mecburiyetindedir. Yoksa!.. Doğa hakkını alır; ama geç ama erken!.. O noktada da kimse dünyalık yaşanan acıları ve felaketleri Allah’a bağlayarak doğaya saygısızlık yüzünden yol açtıkları felaketlerin sorumluluğundan kurtulamaz… Böyle bir izah, ifâde Gayretullah’a da dokunur…
"gayret" Allah için mecaz olarak kullanılır. "Gayretullah"a dokunur" denir. Yani O"nun sevmediği, hatta gazabını tahrik eden, cezasının hemen gelmesine sebep olan bir durum olduğu anlatılır. Bu ceza da doğaya yüklenen gücün hükmünü icra etmesidir…
Yorumlar
Kalan Karakter: