İKİZ TEPELER Mİ / ÇATAL KAYALAR MI
Yayınlanma :
23.10.2020 09:56
Güncelleme
: 23.10.2020 09:56
Güzel İzmir’imizin, fizikî coğrafya var olduğu günden beri Ege Denizi’nden körfeze giriş yapan gemilerin ilk selâmladığı, ya da gemileri ilk selâmlayan ezelî ve ebedî gözcülerimiz: Birisi 800 diğeri 850 metre yüksekliğindeki ikiz tepelerimiz…
Tepelerden birinde zirvede yer alan ana kayanın çatal olmasından dolayı da Çatalkaya adını verdikleri simgelerimiz…
19. yy’da Levantenlerin “ikiz kardeş -- iki erkek kardeş” anlamında “due fratelli” adını verdikleri bir diğer isimle: Kızıldağlar…
Kar yağmaz denilen İzmir’in her yıl kış aylarında karla buluşan; Gaziemir, Karabağlar, Balçova ve Seferhisar arasında kalan coğrafî tepeleri. Halk takvimine göre meteoroloji öncesi dönemlerde İkiztepeler karardığı zaman İzmir’e yağacak olan yağmurun değişmez habercisi…
Çok değerli okurlarım hele siz aranızda karar vere durun biz bu kayalara İkiztepeler mi diyeceğiz, Çatalkayalar mı diyeceğiz, yoksa her iki kelimeyi de mi kullanacağız diye… Ben sizlere 21 Ekim 2020 Çarşamba günü yaptığımız İkiztepeler’e / Çatalkayalara yönelik bir gezimizden söz edeyim. Hani, başka diyarlara gidip gelenlere dostları “Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun da hele gördüklerinizi bir anlatıver!..” derler ya!.. İşte ona misal benim de size bunu söyletmeden anlatıvermek geldi içimden…
Efendim güne, “Şiir Kalbimizde” grubunun çok değerli başkanı Metin Soydeveli’nin çoktan beri görmeyi çok hayal ettiğim “İkiztepelere doğa yürüyüşüne gider misin?” nazik davetiyle yaşadığım heyecanla başladım. Karabağlar’da ekibe katılan sevgili Talât Aydilek ile Ümit Ciğerim’le birlikte Aydın-Çeşme Otoyolundaki Limontepe’de yer alan Toki Evleri yanından yola koyulduk…
Boydan boya çam ormanlarıyla kaplı, yılan misali kıvrım kıvrım sürüp giden asfalt yolun her anında, her kıvrımında Talât Aydilek’in adım adım verdiği, Ümit Ciğerim’in de katkıda bulunduğu bilgilerle ilerliyoruz… Yerine göre bir yerde durup mantar var mı diye bakarken yerine göre dördümüz birden bir çiğdemin fotoğrafını çekiyoruz.
Yol boyunca ilerledikçe aşağımızda İzmir Körfezi’nin bir bölümünü, Karşıyaka’yı, Yamanlar Dağı’nı, Bayraklı’yı, Bornova’yı, Buca’nın bir kısmını görürken yol güzergâhında Tırazlı, Payamlı, Efemçukuru levhaları davetkâr hallerle gülümsüyorlar bize…
Karşımıza İzmir kent merkezinde görmemizin mümkün olmadığı doğal hallerin güzellikleri çıkıyor… Kimi zaman diplerine dökülüp çikolata kıvamına gelmiş olan ahlat armutlarından nasipleniyoruz, kimi zaman rengarenk görüntüleriyle yerde sergen olmuş yaban eriklerinin fotoğraflarını çekiyoruz, kimi zaman da alıç toplayıp yiyoruz. Kimi zaman etraflarında çobanı gözükmeyen dört beş köpeğin yönlendirdiği koyun sürüsüyle karşılaşıyoruz…
Karşımızda İkiztepelerden birisi duruyor bütün heybetiyle… Zirvesinde kırmızı kiremitli yapılar ve belli belirsiz kalem misali bir minar. Diğer yanda da yangın kulesiyle bir diğer tepe…
Çatalkaya’nın eteklerinde kurulan Kavacık köyü yoluna sapınca İzmir’de semt pazarlarında adını çokça duyduğumuz Kavacık Üzümlerinin tanıtım yazıları karşılıyor bizleri. Derken yol kenarında üzüm işleyen bağ sahipleri. Duruyor, selâmlaşıyoruz… Kavacık üzümlerini şimdi yerinde tadıyoruz.
Bağ sahiplerinin yaptırdığı çeşmeden buz gibi suyumuzu içerken yanımıza köpekleri geliyor. Sahipleri dostça davranınca köpekleri de dostça davranıyor. İki elimi avuç yaparak doldurduğum suyu mutlulukla içiyor. Bir kaç kez tekrarlıyoruz. Sonrasında ne muhabbet sormayınız… Bizim yürüyerek foto safarimize eşlik ediyor bu sevimli haycan. Üzüm bağlarını yağmur suyundan korumak için örtülen rengarenk çuvallar yamaçlara yayılan üzüm bağlarında simetrik bir görsellik sunuyor bizlere… Fotoğraflıyoruz…
Yolda pekmez kaynatma işine rast geliyoruz. Selam verip giriyoruz bağa. Bağ sahibi Adnan Bey ve hanımı pekmez kaynatıyor tavalarda. Kazan ve tavanların altında yanan çam odunlarının alevine karışan pekmezlerin havaya yayılan buharları tam bir görsel şölen sunuyor bizlere. Bu tablo beni altmış yıl önce Denizli’nin Güney ilçesindeki üzüm bağlarımızda yaşadığımız pekmez kaynatma ortamlarına götürüyor. Duygulanıyorum haliyle.
Kavacık Köyüne yaklaştığımızda duruyoruz. Yukarıdan aşağıya doğru batığımızda inanılır gibi değil gördüğümüz muhteşem manzara… Sanki Doğukaradeniz’deyiz. Her yer muhteşem çam ormanlarıyla kaplı. Yeşilin her tonu burada.
Karakeçili aşiretine bağlı yörükler tarfından kurulmuş olan Kavacık köy meydanında bir saat dinlendikten sonra yeniden yola koyulunca Talât beyin rehberliğinde, göklere uzanan yarların arasından vadi tabanından ilerliyoruz. Kayalar ve kayalara tutunmuş çam ağaçlarının konumlarıyla sarsılıyoruz…
Hele bir karaçam var ki tam bir bilge ağaç… Kalın gövdesi dimdik ayakta. En tepesinden başlayıp gövdeye tutunarak yere kavuşan dalları Leonardovinci’nin sakallarına misal bir muhteşem görüntü sunuyor bizlere; haliyle fotoğraflıyoruz.
Efemçuku’nda yer alan altın madeni tesislerini uzaktan teğet geçtikten sonra bizi Cumaovası ve Menderes ilçesine ulaştıracak olan yola giriyoruz. İlerledikçe bir kaç yıldır her yaz yeniden yanan dağların yanık kokusu ve yanmış manzarıyla karşılaşıyoruz. Git git bitmiyor bu yanmış yakılmış arazi yolculuğu. İyi ki diyoruz bu asfalt yol var. Yangın bu yolla sınırlanmış yolun diğer yanına geçememiş diyoruz.
Zaman zaman durup yanmış yakılmış dağlara bakıyoruz. Yangın sonrasında yaşanan muazzam çalışmanın sonuçlarını görüyoruz. Orman yollarında yangının ardından kesilerek istiflenmiş çam odunları… Yamaçlarda ağaç dikimi için hazırlanan arıklar. Yamaçlarda açılan yeni orman yolları. Sessizliği bozan odun kesme makinelerinin motor sesleri…
Derken Cumaovasına iniyoruz… Yine yemyeşil verimli bir ova… Menderes ilçesi… Ve akşam ışıkları…
Bu bir günlük gezi bize öğretti ki, gezmeyince bulunduğumuz yerin önemi ve değerini kavrayamıyoruz. Bu gezi tarih boyunca İzmir’in niçin önemli ve sürekli bir liman kenti olduğunu öğretiyor bize… Bu gezi Anadolu niçin medeniyetler merkezi onu da öğretiyor…
Değerli okurlarım… Siz siz olun bu gezi güzergâhını gezdinizse bir daha gezin derim. Gezmedinizse mutlaka ama mutlaka çoluk çocuğunuzla birlikte bir gününüzü ayırarak geziniz derim…
İzmir’de yaşıyorsanız, buraları görmeden İzmirliyim diyemezsiniz… Buraları ne kadar biliyorsanız, ne kadar seviyorsanız o kadar İzmirlisiniz derim.
“İzmir’in dağları çiçekler açar!..” demişler ya hakikâten İzmir’in dağlar dört mevsimde de çiçekler açıyor; yeter ki gelin, gezin, görün…
Sevgiyle…
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: