AK parti iktidarının ilk yılında ARALIK 2003 tarihinde büyük lansmanla sağlık sistemini kurtaracakları projeyi sunulduğunda gerçekten umutlanmıştım. Bir Üniversite doktoru olarak iş yükümüz basit hastalıklar nedeniyle çok artmış olsa da vatandaşın hastanemizde gururla gezdiği, soğuk kış günlerinde sıcak ortamda örgü örüp, gelmişten bir de doktora görüneyim diyen teyzeleri, İzmir fuarına gelip de otel parası vermemek için hastaneye yatmayı başaran, gündüz izinli akşam yatmak için hastaneye geri dönen amcaları görmekten, umumi WC2de 2 TL ücret ödemek yerine gelmişken idrar tahlilini de bedavaya getirenleri hayretle izlemiştim.
Sağlıkta Dönüşüm programının Sunuş kısmında dönemin Başbakanı günümüzün Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzası ile kaleme alınmış çok güzel bir içerik vardır. Bir sayfalık yazının özetinde modern, çağdaş, bütüncül sağlık sistemini hedefleyen, kaliteli sağlık hizmetine vatandaşların sıra beklemeksizin, sosyal güvenlik ayrımı olmadan kavuşmasını müjdeleyen çok kıymetli hedefler akıcı ve samimi bir dille anlatılmıştı.
Yirmi yılı aşkın sürede olanlara bakınca hekimlerin özlük haklarını kısıtlayan, özel muayenehaneleri kapatan, açtırmamak için bin bir koşul dayatan, ihtisas alanlarını ve asistan sayılarını kısıtlayan, şehirlerde serbest çalışacak (Patoloji, Biyokimya gibi) laboratuvar branşlarına kota koyarak uzmanları hekim yetersizliği olan bölgelere kaydırmak adına zorlayıcı olan, aynı şekilde devlet ve özel hastanelere kadro kotası uygulayarak büyük illerdeki hekim yoğunlaşmasını azaltan sonuçlarla karşılaştık. İhale kanunu değişti, devasa, bazıları vatandaşın ulaşamayacağı bölgelere şehir hastaneleri açıldı. O illerdeki ulaşımı kolay, şehrin içindeki hastaneler kapatıldı, kadrosu ve demirbaşları şehir hastanesine aktarıldı. Koskoca yapının içinde birbiriyle tanışıklığı olmayan, takım ruhunu oluşturamamış sağlık personelinden kaliteli hizmet üretmesi beklendi. İstanbul’daki Çam ve Sakura ile Manisa şehir hastanelerini diğerleri ile kıyasladığımda, vatandaşın bu iki hastaneden çok memnun olduğunu görüyorum.
Sağlıkta en büyük hizmet alımını devlet adına SGK yapmaktadır. Sosyal devlet anlayışı açısından devletin hastaya yaklaşımı çok insancıldır. Hiçbir ülkede bizim kadar geniş kapsamlı ve şefkatli sağlık hizmetini sunan devlet teşkilatlanması yoktur. Ama en büyük devlet giderlerinden biri de sağlık sistemindedir. Devletin kendi kaynağında “Türkiye'nin önemli başarılarından biri olan sağlık sigortası sistemi, nüfusun yüzde 99'unu kapsayacak kadar genişletilmiştir. Sağlık harcamaları 2022 yıl sonunda bir önceki yıla göre yüzde 60 oranında artış göstermiş olup bu harcamaların yüzde 66’sını tedavi harcamaları oluşturmuştur (https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2023/03/2023_VatandasinButceRehberi.pdf)”. Hükümetler bu nedenle tedavi ve ilaç giderlerinde hiçbir zaman (meslekte olduğum yaklaşık 40 yılda) gerçekçi fiyatlandırma yapmadılar. İlacın Avro kuru günlük kurlarla yarı yarıyadır, onun için hayati ilaçlar sık sık yoka girer, bulunmaz, hastaneler, özellikle Üniversite hastaneleri, neredeyse yaptıkları her işlem de devlet fiyatları ile zarar ettiği için borç batağındadır, hükümetler hep açıklarını kapatır. Bazı hizmetleri üretmekte kadro veya maliyet yüzünden çıkmaza giren hastaneler, radyoloji, biyokimya, patoloji, yazılım/kayıt ve ambulans da dahil olmak üzere hizmet satın alarak yürütürler. Hizmeti kalitesi, kimin verdiği daha önemli olan ucuz olmasıdır. Kalite ve hasta güvenliği ne yazık ki öncelikli olamaz, ihalede en ucuz olan tercih edilmezse kurum hesap vermek zorunda kalır. Ucuz bir hizmet vardır ama kim bu işi hakkıyla yapıyordur belli değildir! Meslek hayatımda ilk defa yoğun bakım hizmetlerinin satın alındığını bu cinayetlerle duydum.
Bir haftadır Sayın Sağlık Bakanımızın İstanbul Sağlık Müdürü olduğu yıllara sari İstanbul’da bir YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM çetesi ile midemiz bulandı. Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu ilk ihbarın 27 Mart 2023'te Cimer'e yapıldığını, 28 Haziran 2024'te, yani ilk şikayetten yaklaşık 13 ay sonra Savcılık, Sağlık Bakanlığından bebek ölümleriyle şüphelilerin faaliyetleri arasında bağlantı olup olmadığını araştırmasını istediğini ifade etmiştir (https://www.dw.com/tr/sa%C4%9Fl%C4%B1k-bakan%C4%B1ndan-%C3%B6zel-hastanelere-d%C3%BCzenleme-sinyali/a-70564804). Şüpheli Fırat Sarı'nın elebaşısı olduğu suç örgütünün Akabe Sağlık Tesisleri AŞ'ye ait özel Avcılar Hospital Hastanesi, Özel İstanbul Şafak Sağlık Hizmetleri AŞ'ye ait Özel Avrupa Şafak Hastanesi ve Özel İstanbul Şafak Hastanesi, Medilife Sağlık Hizmetleri ve Yonca Sağlık Hizmetlerine bağlı Özel Bağcılar Medilife Hastanesi ve Özel Beylikdüzü Medilife Hastanesi, Refik Arslan AŞ'ye bağlı Özel Bağcılar Şafak Hastanesi, Beymed AŞ'ye ait Özel Birinci Hastanesi, Doğamed AŞ'ye ait Özel Doğa Hospital Hastanesi, Reyap AŞ'ye ait Özel Reyap İstanbul Hastanesi ve Çorlu Reyap Hastanesi, Ekip Sağlık AŞ'ye ait Özel TRG Hospitalist Hastanesi, Esenler Güney Hastanesi ve Silivri Kolan Hastanesi'nin yenidoğan yoğun bakım ünitelerini kiralayarak işletmesini devraldığı ve söz konusu hastanelerden tamamında doktorlar yerine hemşirelerin sağlık hizmeti sunduğu basına yansıdı (https://www.ntv.com.tr/galeri/turkiye/yenidogan-bebek-cetesiyle-ilgili-bilinenler-yenidogan-bebek-cetesi-iddianamesinde-19-ozel-hastanenin-adi-geciyor-iddianemede-adi-gecen-hastaneler-hangileri,NVi7r3Dewk2kj9o-PwUvwQ/JO3yKsg7Tkq6IDMX_5Q0gA). Hastane sahipleri arasında eski bir sağlık bakanı, bir partiden millet vekili aday adayının isimlerinin, bir gazete haberine göre soruşturmanın bir önceki sağlık bakanımıza haber verilmeden yürütülmesi çok korkutucudur. Cebren ve türlü hilelerle yoğun bakımlara yatırılan bebeklerden 12’sinin ölümü, Narin’in daha bedeni soğumadan yüreklere kor gibi düştü. Pandemi sürecinde çoğumuzun güvenini kazanan Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanımız Sayın Prof. Dr. Fahrettin Koca’ya haber verilmeme nedeni acaba kendisinin de özel hastane sahibi olması mıydı? Vatandaşın biz hekimlere güvenini yerle bir eden, özel hastanelere güveni sıfırlayan bu cinayetlerin tek nedeni SGK’dan bir avuç kanlı parayı cebe indirmek. Bugünden sonra bu olayın doğal sebeplerle yoğun bakımda kaybedilecek her bebeğin yakınlarındaki öfkeyi nasıl körükleyeceğini görmemek için kör olmak lazım. Sağlıkta şiddeti önleme yasasına rağmen acillerde dövülen, bıçaklanan, hakarete uğrayan, öldürülen sağlık çalışanlarının sayısının artabileceği endişesi içimi yakıyor. Yıllardır hiçbir hekim yoğun bakımda veya riski yüksek branşlarda uzmanlaşmak istemiyor.
Yenidoğan Derneği başkanının açıklamaları endişeyle okudum. Bahse konu hastanelerde Yoğun bakımlarda çalışan pek çok kişinin hekim olmadığını, hekimlerin ise yenidoğan yoğun bakım uzmanı olmadığını söyledi. Bin canlı doğum başına düşen bebek ölüm sayısını ifade eden bebek ölüm hızı, Türkiye genelinde 2022 yılında binde 9,2 iken 2023 yılında binde 10,0 olmuş (https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Olum-ve-Olum-Nedeni-Istatistikleri-2023-53709).
İstanbul’da 2009 yılında binde 11,4 olan ölüm hızı takip eden yıllarda düzenli olarak azalmış, 2020’de binde 6,6 ile en düşük seviyeye gerilemişken, 2021’de binde 6.8, 2022’de binde 6.9 olarak yükselmeye başladığı bildirilmiştir (http://www.istanbul.gov.tr/kurumlar/istanbul.gov.tr/PDF/2023/acikkapi2022/acikkapi2022.pdf). Bu dönemde İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığı bir çok kez yenidoğan yoğun bakım ünitelerini denetlemiş ama günümüzdeki trajediye yol açan suistimalleri ve eksiklikleri o tarihlerde görememişler veya yeterince ağır yaptırımlar uygulamadıkları için sistem bugün bu cinayetleri açığa çıkarmıştır. SGK gibi en büyük alıcıdan kıl kopartma amacıyla yapılan usulsüzlükler aslında bununla sınırlı değil. Benzer durum, SGK müfettişlerinden duyduğum kadarıyla, Güney ve Doğu illerinde Eczacı-Doktor-ARACI üçgeninde ilaç, mama yolsuzluğu şeklinde tezgahlandığı, devletin vatandaşım kullanıyor diye parasını ödediği bu mama ve ilaçların Suriye ve Irak’ta fahiş fiyatlara tekrar satıldığı konusu da yargıya intikal etmiş durumda. Diyaliz ve anjiyo hizmetlerinde de özel sektörün devleti soyma düzeni kurduğunu içimiz yanarak duyuyoruz.
İstanbul ülkemizin gerek nüfus gerek ekonomik açıdan 1/5’ini oluşturduğundan göze batıyor ama diğer büyük illerde, özellikle İzmir ve Ankara’da da benzer yolsuzluklar olabileceğini düşünüyorum. Acaba böyle kansızlar bizim yanı başımızda, meslektaşlarımızı kirli emellerine alet ederek devleti soyarken vatandaşın canına da kastediyorlar mı? Kendi adıma ben önce Devlet ve Üniversite hastanelerine, sonra da hekim kadrosunu bildiğim birkaç özel hastaneye güveniyorum. İnanın her gün onlarca tanıdığım kendi ve ailesi veya bir tanıdığı için güvenilir doktor ismi soruyor. Ne kadar kötü yemin ile adım attığımız meslekte onurumuzu hiçe sayıyorsak konuşulacak ne kalmıştır. Tüm canilerin, devleti ve milleti soyanların adilce yargılanıp hesap verdiği günleri bekliyoruz.